Cahit Sıtkı Tarancı’nın ‘Yaş otuz beş, yolun yarısı’ mısrasıyla akıllarımıza kazınan ‘Abbas’ şiirinin öyküsünü anlatıyoruz. Çayları ve kahveleri hazırlayın!
Şiirlerinde ölüm ve yalnızlık temasını işlediği için edebiyat derslerinde ‘ölüm şairi’ olarak anılan, şiirleriyle ruhlarımızı derinden etkileyen Cahit Sıtkı Tarancı’yı bilmeyen yoktur. ..
Hatırlayamayanlar için ‘Otuz beş yaş yolun yarısı’ demekle yetiniyoruz…
Aslen Diyarbakırlı olan ve Galatasaray Lisesi’nde okuduktan sonra yazdığı şiirlerle ünlenen Cahit Sıtkı Tarancı, Servet-i Fünun akımının en önemli isimlerinden biridir.
Sade ve akıcı diliyle Türk şiirine damgasını vuran Cahit Sıtkı Tarancı’nın her eserinde bu deneyimi hissedebilirsiniz.
Bugün zengin bir ailenin çocuğu olmasına rağmen Türkiye’ye döndükten sonra bir süre devlet memuru olarak çalışan Cahit Sıtkı Tarancı’nın en önemli eserlerinden biri olan ‘Abbas’ şiirinin öyküsünü anlatıyoruz. Paris’te üniversite eğitimi…
Yıl 1941, Cahit Sıtkı Edremit Burhaniye’de yedek subaydır…
Cahit Sıtkı Tarancı, İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden sonra Paris’ten Türkiye’ye dönerek 1941 yılında yedek subay olarak Burhaniye’de askerliğini tamamladı. Türk şiirinin en seçkin şiirleri arasında yer alan 1944 yılında Cumhuriyet gazetesinde askerlik.
“Oğlum, başın derde girdiğinde şu iki kılı birleştirirsin; Bir dudağı yerde, bir dudağı gökte bir Arap çıkıyor karşınıza! Korkma. Adı Abbas’tır.”
Yazısına anneannesinden duyduğu ve hiç unutmadığı bir peri masalı ile başladı:
Bir zamanlar bilmem hangi memlekette karar vermekte olan bir padişahın oğluydu ama rüyasında gördüğü servi boyu, altın saçlı, mavi gözlü, son derece güzel bir kıza âşık olmuştu. , sevgilisini bulma umuduyla yola koyulur. Tüm aşk hikayelerinde olduğu gibi sizin de başınıza bir sürü felaket gelecek, sık rastlanan bir durum değil mi? Aşk imtihan demektir. Ama avludan geçmeyen, dileğine kavuşur. Rahmet eylesin, ilk adımı sevgili şehzademize hayırlı olsun. Bir kuyunun yanından geçerken, halsiz, kır saçlı bir ninenin kuyudan su çekmeye çalıştığını görünce dayanamaz, koşarak büyükannenin suyunu çeker. Buna çok sevinen kadın şehzadenin sırtını okşar ve saçından kopardığı iki teli ona verir ve der ki: Evladım, başın derde girdiğinde bu iki saç telini birbirine vurabilirsin; Bir dudağı yerde, bir dudağı gökte bir Arap çıkıyor karşınıza! Korkma. Adı Abbas’tır. Aç mısın? Abbas, bu kadar yeter. Hemen size cömert bir sofra kuracak. Avcıların ortasında mı kaldınız? Seni Abbas’tan başkası kurtaramaz. Uykusuz gecelerde yarının hicretiyle mi yanıyorsun? Abbas hangi gün kalkıyor? Sevgilin ne kadar uzakta olursa olsun, seni getirecek ve sana mutluluk getirecek. Bu iki saç telini yeterince koru oğlum. Onlar sayesinde güvende olacaksınız.
Kendi eliyle seçtiği komutan, Abbas oğlu Abbas…
Askerliği süresince her yedek subay için bir komutan atanmıştır. Toplantı sırasında gördüklerini seçmeye istekli olmayınca şirket görevlisinden etiket defterini istedi ve aniden büyükannesinin anlattığı hikayeyi hatırladı. Komutanlarının seçimini de kendi elleriyle şu sözlerle anlatmıştır:
Şirketin içki içmesine ve gözüme kestirdiğimi seçmesine gönlüm razı olmadı. Şirket memurundan künye defterini istedim. Anadolumuz ne güçlü bir ülke! Pötürgeli Hasanlar, Aksekili Ömerler, Akçaabatlı Hakkılar, Malatyalı Osmanlar, Erzincan Mehmetleri, nedir bunlar! Bu Anadolu uşaklarının her birinde kim bilir ne cevherler vardır! Yaprakları çevirmeye devam ederken gözüme Abbas oğlu Abbas takıldı. Durdum ve bu sayfaya daha sevgiyle eğildim. 331 yılında Midyat’ın Cobin köyünden doğdu. Masaldaki Abbas aklıma geldi. İçimden: “Ya eğer?” dedim ve kendi kendime gülümsedim. öğlendi. Takım antrenmandan dönmüş olmalı. Nöbetçi çavuşu çağırdım ve yemekten sonra Abbas’ın oğlu Abbas’ı bana göndermesini söyledim.
“Abbas oğlu Abbas, emir, kumandan!”
Elindeki sakatlık nedeniyle yaralanan Midyatlı Abbas karşısına çıkarak yaşadıkları ilk diyaloğu şöyle anlattı: Cahit Sıtkı…
– Sen nerelisin Abbas? -Memleketi Mardin, kasaba Midyat komutanı.- Abbas, komutanım olur musun?- Biliyorsun komutan!-Kaç yaşındasın Abbas? -Ben yedek komutanım!-Sağlam mısın yoksa sakat mı? Dedim.-Ben sakat bir komutanım!-Senin sakat adam nerede? Sol kolunu gösterdi. Anladım, bu delilik! Durum bu merkezde olduğuna göre öyle değil mi?
Cahit Sıtkı’nın eşyalarını toplayıp kendi evinin altındaki boş yere taşınmasını istemesi üzerine bütün günü birlikte geçiren ikili arasında güçlü bir bağ oluştu.
Sabah erkenden kalkan Abbas, bütün gün Cahit Sıtkı’nın ihtiyaçlarını karşılar, akşamları ise rakı sofrası kurup en lezzetli mezeleri hazırlar. Cahit Sıtkı aşkına bir gece “Bu esintili geceler/ Suyun sesi, ay ışığı/ Cırcır böceklerinin uzun şarkıları/ Bu cümbüş, bu sohbet/ Bu tatlı uykusuzluk/ Her zaman senin şerefine/ Esmer yarım…” dediği Beşiktaşlı sevgilisi düştü.
-İstanbul’u biliyor musun Abbas?-Biliyor komutan.-Orada Beşiktaş olduğunu biliyor musun?-Biliyor komutan! Bir acemi ile oradaydım. – Orada bir kız arkadaşım var. Beni kaçırıp onu getirecek misin? – Elbette komutanım!
“Bana söyledin. Gidip sana sevgilimi getireceğim!”
O gecenin sabahı Cahit Sıtkı, Abbas’ı asker kıyafetlerini hazırlamış halde buldu.
-Hayır Abbas, neden böyle bir hazırlık yaptın? -İstanbul’a gideceğim komutan! -İstanbul’da ne yapacaksın? -Sen bana söyledin. Gidip sana sevgilimi getireceğim!
Ve karşısında bu Anadolu çocuğunun saflığını görünce duygulandı, o gece kurdukları rakı sofrasından sonra “Abbas” yazdı…
Haydi Abbas, vakit tamam; Akşam oldu diyordun, akşam oldu. Çilingir soframızı kurun; Bu gönül yarası geçsin. O ağacın gölgesinde olsun; Havuzun hemen kenarında. Bu gece aya haber gelsin; Kalbimde görünsün. Sihirli seccadedeki kamçıya bas, Mesafeye ve zamana hükmettiğini göster. Tozu dumana ekleyin. Git oraya Cahit şöyle buyurmuş, Getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan; Gençliğimi yeniden yaşamak istiyorum…